2008 Krizinde Türkiyede ve Dünyada Neler Olmuştu
2008 yılında meydana gelen kredi krizi sonrasında küresel çapta çeşitli sorunlar ortaya çıkmış ve bu krizin etkilerine Türkiye’de de tanıklık etmiştik. Mortgage krizi olarak da adlandırılan bu kriz ABD’de başlamış işler alt üst olmuştu. Bu kapsamda yeni bir krizin daha gündemde olması itibariyle 2008 krizinde Türkiye’de ve dünyada neler olmuştu, neden çıkmıştı ve türevi konulara değinmek yararlı olacaktır.
2008 Ekonomik Krizi
Sub-prime mortgage, teminatlandırılmış borç yükümlülükleri, donmuş kredi piyasaları ve kredi temerrüt swapları gibi anahtar terimler ilgili krizi araştıran kişilerin karşısına sık sık çıkmaktadır. Bunlar krizin çıkmasına neden olan kavramlardır ve üzerinde durulması gereken en önemli konulardır.
Kriz Nasıl Çıkmıştı
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için krizin nasıl çıktığını bir örnekle açıklamak, mümkün olduğunca teknik ifadelerden olabildiğince kaçmak yararlı olacaktır.
Kredi krizinin ortaya çıktığı dönemde yatırımcı ve ev sahibi olmak üzere iki grup insan olduğunu düşünelim. Ev sahipleri ipotekli evleri, yatırımcılar ise parayı temsil etsin. Daha sonra ipoteklerin evleri, paranın ise sigorta şirketleri, bankalar, yatırım ortaklıkları, devlet fonları gibi büyük kurumları temsil ettiğini düşünelim.
Bu farklı gruplar bankalar ve brokerlar tarafından daha iyi bilinen adıyla Wall Street tarafından bir araya getirildi. Krizin Wall Street ile ilişkili olmasının nedeni krizden yıllar önce parası için iyi yatırım kaynakları arayan yatırımcıların endişesiydi. Wall Street yatırımcıları daha önce yüksek gelirli devlet tahvillerine yani FED’e yönelirdi, ancak bu sefer olmadı çünkü 2000 yılında çıkan nokta.com krizi ve bu süreçte meydana gelen 11 Eylül saldırısının ardından FED, faizleri % 1’e indirmeye karar verdi.
FED’in faizleri % 1’e indirmesi yatırımcılar için çok düşük bir getiri anlamı taşıyordu ve bu nedenle yatırımcılar parasını FED’e yatırmaktan vazgeçti. Ancak farklı bir açıdan FED’in faizleri % 1’e indirmesi bankalar için harika bir haberdi çünkü % 1 faizle borçlanabilecek bankalar bu sayede karını katlayabilecekti. Hatta bu dönemde % 1 faizle öylesine yüksek kredi talebinde bulunuldu ki Japonya ve Çin’deki bankalar da buna kayıtsız kalmayıp ABD’deki kredi talebine yanıt vermek için sermaye tahsisinde bulundu. Tüm bunlar bankalar için borçlanmayı çok kolay bir hale getirdi.
Bilindiği gibi bankaların borçlanma imkanı ve borç yüküne bağlı olarak bir miktar kaldıraçla yatırım yapma fırsatı vardır. Kaldıraç, bir anlaşma sonucunda elde edilen kar ya da zararın yani neticenin katlanması anlamı taşır.
Kaldıraç şöyle işler: Ali isimli birisi toptancıdan 10 bin TL değerinde bir tahta satın alsın. Daha sonra toptancıdan satın aldığı bu tahtayı 11 bin TL’ye farklı bir kişiye satsın. Kaldıraçlı bir sistemde ise cebinde 10 bin TL’si olan Veli 1 milyon TL değerindeki bir şirketi satın alabilmektedir. Bu satın alma Veli için 990 bin TL borçlanma anlamına gelmektedir. Veli’nin kaldıraçlı sistem sayesinde sahip olduğu 1 milyon TL ile 100 adet 10 bin TL değerinde tahta aldığını düşünelim. Ardından bu kutuları farklı bir kişiye 1 milyon 100 bin TL’ye sattığını ve 100 bin dolar kar elde ettiğini düşünelim. Veli’nin elde ettiği parayla 990 bin TL’lik borcunu ve 10 bin TL’lik faizini yani toplamda 1 milyon TL’yi kaldıracı mümkün kılan bankaya geri ödediğini düşünelim. Bu işlemler sonucunda Ali’nin 1000 TL karına karşın aynı paraya sahip olan Veli’nin 100 bin TL kar ettiği görülecektir. Yani kaldıraçlı sistem zaten karlı olan bir işi inanılması güç şekilde karlı bir işe döndürmüştür. Ayrıca bu örnek tam olarak bankaların nasıl para kazandığını gösterir.
İşte bu şekilde Wall Street kaldıraç sisteminden yararlanarak çok yüksek miktarlarda kredi çekti ve sahip olmadığı parayla milyarlarca dolar para kazandı. Sonra borçlarını ödedi ve karını yeni borçlanmalarda kullanmak için tekrar kullandı.
En nihayetinde % 1 faizle FED’e parasını yatırmak istemeyen yatırımcılar parasının 10 katına kadar (% 1000) kar eden Wall Street şirketlerini gördü ve ortak olmak istediler. Tam da bu ortaklık talebi sırasında Wall Street’in aklına bir fikir geldi: yatırımcıları ipotekler aracılığıyla ev sahipleriyle buluşturmak.
İşler şu şekilde işler: bir aile yıllarca biriktirdiği parasıyla ev satın almak ister. Biriktirdiği peşinat ev satın almaya yetmediğinde konut kredisi çekmek için mortgage şirketiyle temas kurar. Mortgage şirketi, ailenin kredi ihtiyacını karşılayacak bankayla aileyi buluşturur. Mortgage şirketi komisyonunu alır, banka kredi verir, aile evi satın alır ve bu harika bir iş olmuştur çünkü bu sırada ev fiyatları da giderek artmaktadır.
İpotekli evin değeri giderek artmaktadır, ancak banka evin satın alındığı tarihteki değeriyle borç verdiği için yatırım bankaları değeri artan ipoteği satın almak ister ipoteğin temsil ettiği değer giderek artmaktadır. Milyonlarca borç sözleşmesi satın alan yatırım bankası tüm bu sözleşmeleri tek çeşitli hesaplarda toplar ve ev sahipleri kredi borcunu yatırım bankasına ödemeye başlar.
Daha sonra yatırım bankası sahip olduğu borç senetlerini ve bu senetlere istinaden kredi ödemelerine devam eden tüketicileri güvenli, iyi ve riskli olmak üzere üç gruba ayırır. Daha sonra üçe böldüğü sözleşmeleri tekrar bir araya getirir ve adına da teminatlandırılmış borç yükümlülüğü der. Teminatlandırılmış borç yükümlülüğünü üst üste konulmuş 3 tepsi gibi düşünmek gerekir. En üstteki güvenli tepsi sütle dolunca, bir aşağısındaki iyi tepsi dolmaya başlar ve en nihayetinde alttaki riskli tepsi de dolar. Buradaki süt parayı temsil etmektedir ve para da mortgage kredisi taksitini ödeyen ev sahiplerinden gelmektedir.
Bazı ev sahipleri taksitlerini ödeyemediğinde tepsilere daha az para akacaktır ve bu durumda en alttaki tepsi dolmamaya başlayacaktır. Bu yüzden en alttaki tepsi en riskli, en üstteki ise en güvenli olanıdır. En üstteki güvenli tepsi daha az getiri sağlarken en alttaki tepsi en yüksek getiriyi sunar. Eğer en üstteki tepsiye yatırım yapılacaksa ve garanti bir getiri elde edilmek istenirse sigorta şirketleri sadece en üstteki tepsiyi garantili bir getiri haline bürümek için ücret karşılığında sigortalandırır.
Bankalar üzerine düşen her şeyi yapar ve kredi derecelendirme kuruluşları da güvenli tepsiye AAA yani en güvenilir yatırım fonu notunu verir, ortadaki dilim BBB notuna sahip olur.
Neticede yatırım bankaları AAA harf notuna sahip en güvenilir tepsiyi güvenli yatırım araçlarına yönelmek isteyen kişilere satar, ortadaki iyi dilim diğer bankalara satılır, en alttaki riskli tepsi ise hedge fonlarına ve risk yatırımcılarına satılır. Yatırım bankası bu parçalama ve satma işi sonucunda milyarlarca dolar kazanır. Sonra bu sürecin en başında mortgage borç sözleşmelerini satın almak için çektiği krediden doğan borcunu bankalara geri öder. % 1 faizle hazine bonosuna yatırım yapmaktan vazgeçen yatırımcılar çok iyi bir yatırım yöntemi bulmuş olur.
Dolayısıyla bu yatırımdan çok memnunlardır ve daha fazla teminatlı borç senedi satın almak isterler. Yatırım bankasına daha fazla teminatlı borç senedi için başvurunca yatırım bankası mortgage satan bankalarla iletişime geçer ve daha fazla mortgage borç senedi satın almak istediğini belirtir. Banka buna olumlu bakar ve mortgage satarak komisyon alan firmayla iletişime geçer, ancak sorun mortgage firmasının mortgage kredisi alacak kimseyi bulamamasıdır, çünkü mortgage alması mümkün olan herkes zaten mortgage almıştır.
Ama mortgage firmaları bir şeyin farkına varmıştır: ev sahipleri mortgage taksitlerini ödeyemese bile ev fiyatları giderek artmaktadır ve ipotekli olması kaynaklı borçlar ödenemediğinde ev bankaya kalmaktadır. Böyle bir teminat olduğu için de bankalar mortgage kredilerinin riskini arttırır. Neticede banka kredi vermek için peşinat almaz, gelir beyanı istemez ve hatta evrak beyanında bulunulmasını bile talep etmez. Bankalar nihayetinde tam olarak bedavaya para vermeye başlamıştır.
Prime mortgage olarak isimlendirilen peşinat verip, gelir beyanında bulunan ev sahiplerindense sub-prime mortgage adıyla gelir beyanında bulunmayan, evrak beyan etmeyen sorumsuz ev sahiplerine de kredi verilmeye başlanır önemli olan borç ilişkisi olmaktan çıkıp evin kendisine sahip olmak olmuşur. Krizin kırılma noktası da budur.
Daha önce de olduğu gibi mortgage acentası aileyi bankayla buluşturur, komisyonunu alır ve aileyi de ev sahibi yapar. Kredi veren banka ilgili borç senedini yatırım bankasına satar. Yatırım bankası borç senetlerini teminatlı borç zorunluluğuna çevirir ve tekrar güvenli, iyi ve riskli tepsileri dizer. Yatırımcılar bu tepsilerden istediğine yatırım yapar ve herkes için işler yolundadır. Mortgage kredisi çekecek bir sonraki kişi haricinde herkes kazanmaktadır ve bu nedenle hiç kimse olan biteni umursamaz. Ev sahipleri borçlarını ödeyemezse bile sorun yoktur çünkü ev fiyatları giderek artmaktadır, nihayetinde ev banka tarafından satın alınarak satılabilecektir.
Beklenen olur ve sorumsuz ev sahipleri borçlarını ödeyememeye başlar, bu sırada mortgage borç sözleşmesi yatırım bankasındadır. Yani evin borçları ödenemez ve ev yatırım bankasına kalır. Aylık ödeme yapamayan kişilerin borç senetleri yavaş yavaş evlere dönüşmeye başlar, yatırım bankası giderek daha fazla eve borçların ödenememesi kaynaklı el koyar. Neredeyse her eve el koymaya başlayan yatırım bankası bu evleri satacak kimseyi bulamayınca yani arz talebin üzerine çıkınca evlerin değeri düşmeye başlar.
Ekonomide Domino Etkisi Başlar
Bu sorumlu ve borçlarını ödeyen ev sahipleri için de bir sorun yaratır çünkü komşularının evlerine el koyan banka bu evleri çok düşük fiyatlarla bile satamamaya başlayınca kendi evlerinin değeri de düşer, ancak onlar halen bankadan kredi çektikleri dönemdeki evin değeri için ödeme yapmaktadır. Sonuç olarak 100 bin dolar eden bir ev için neden 300 bin dolar ödeme yapacağını sormaya başlar. Bunun çok mantıksız olması nedeniyle borcunu ödeyebilecek durumda olmasına karşın ödeme yapmamaya karar verir. Beklenen olur ve ülkedeki neredeyse tüm evler satılmaya çalışılır, fiyatlar da giderek düşer. Artık yatırım bankasının neredeyse değersiz milyonlarca tepsisi vardır. Yatırım bankası yine de teminatlı borç senetlerini yatırımcılara satmaya çalışır, ancak yatırımcılar tabii ki olan bitenden haberdardır ve bunları satın almamaya karar verir.
Yatırımcı bu borç senetlerini almamaya karar verdiğinde giderek değeri düşen evler karşısında banka koca bir saatli bomba sahibi olmuştur. Yatırım bankası için bu hiç hoş değildir çünkü bombayı satın almak için milyarlarca dolar ödeme yapmıştır. Yatırım bankası borçlarını ödeyememeye başlar ve bu durumdan kurtulamaz. Yatırım bankası yalnız değildir, yatırımcı ve bankalar da bu bombalara sahiptir. Yatırım acentası işi bırakır ve aradan çekilir, tüm finansal sistem donar, her yer kararır, bomba patlar ve finansal sistemin içerisinde yer alan her kurum iflas eder. Olaylar henüz bitmemiştir, yatırımcı ev sahiplerini arar ve yatırımların değersizleştiğini haber verir, ev sahipleri artık parasal değeri olmayan bir konutta oturmaktadır.
Türkiye’deki Durum
ABD merkezli kriz önce AB’ye sıçradı ve birçok AB ülkesi de iflas etme riskiyle yüzleşti. Türkiye ihracatının neredeyse yarısını AB ülkelerine yapmaktadır. AB’de de kriz çıktığında Türkiye’nin ihracatı azalmış ve dış ticaret açığı oluşmaya başlamıştır. İşten çıkarmalar başlamış, ekonomi küçülmüş ve yoksulluk artmıştır. Bu dönemde işsizlik tarihi zirve yapmıştır ve devletin sosyal yardımlarını arttırması kararlaştırılmıştır. Bir önceki yıla göre 108 bin kişi düşük ücretlerle kayıt dışı olarak çalıştırılmaya başlanmıştır, büyüme yavaşlamış hedefler şaşmıştır. Yani 2008 krizi aslında ülkemizi teğet geçmemiş, etkileyebileceği neredeyse her noktayı olumsuz yönde ciddi şekilde etkilemiştir.
Ekonomik Krizde Bireysel Olarak Alınabilecek 10 Önemli Tedbir konulu yazımızı da okuyabilirsiniz.